Abstract
Bilindiği gibi, eğitim ile ekonomik sistem orasındaki ilişkinin çözümlenmesine yönelik pek çok araştırma yapılmış ve çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. 1950'lerin başında ekonomik üründe gözlenen ve hiçbir üretim girdisindeki artışa bağlanamayan büyümeyi açıklamak üzere girişilen çalışmalar, «insan sermayesi» kavramı etrafında bütünleşen görüşlerin temelini oluşturmuştur. Schultz, bu büyümeyi işgücü kapasitesine yapılan yatırımın bir sonucu olarak yorumlamıştır. Böylece, o güne kadar «teknoloji değişkeni» olarak adlandırılan etken, «insana yapılan yatırım» olarak tanımlanmıştır (1). Bu düşüncenin temelinde gelişen «insan sermayesi kuramı», üretimde kullanılan insan girdisinin niteliğinde meydana gelen artışın üretimde de artış yarattığı ve bu nedenle de eğitim harcamalarındaki artışın GSMH’da artışa yolaçtığı yolundaki temel görüşü getirmiştir. İnsan sermayesi kuramı savunucuları, eğitimin ekonomik değerinin okuldaki bilişsel öğrenmenin etkisine dayandığını savunmuşlardır.