Abstract
Her toplum eğitim sistemini yenileme isteği ile, onu olduğu gibi sürdürme eğilimi arasındaki çelişkiyi yaşar. Sistemi yenileme isteği çağdaş gelişmelerin baskısından doğar; varolanı koruma eğilimi ise süreklilik sağlama ve güven verme isteğinin sonucudur. Bu çelişkiyi çözmenin çok güç olması nedeniyle, toplumlar hızla değiştiği halde eğitim sistemlerinin çok yavaş değiştiği görülür. Eğitimi yenileştirme çabaları çoğu zaman reform projelerinde, planlarda kalır, uygulamaya dönüşmez. Çağdaş eğitim söylemleri literatürde durmadan yinelenir, ama okula girmez, öğrencinin yaşamına yansımaz. Hatta çoğu zaman reformcu görüşlerin bile derinliklerinde tutucu öğeler taşıdıkları bilinmektedir. Örneğin, Fransa'da uygulamaya konan her eğitim reformunun Durkeim'ın tutucu eğitim kuramına dayandığı ileri sürülmüştür (Mollo, 1970). Toplumun yararını vurgulayan ve bireyi ihmal eden bir eğitim anlayışı değişim çabalarında bile başarısız olmak durumundadır. Çünkü, toplumsal yarar ilkesi eğitilmesi düşünülen varlığı ikinci plana itmektedir. Mollo (1970: 4) "Eğitimciler ve filozoflar tam ve ideal bir varlık biçimlendirme isteklerinde bir yetişkine dayanırlar, oysa okuldaki eğitim bir çocuk üzerinde gerçekleştirilir" demektedir. Mollo (1970)'ya göre, çocuğa, onun gündelik yaşamıyla ve psikolojik gelişimiyle ilgisiz - hatta çelişik- modeller önerilmektedir; yaratılan çocuk imajı sadece yetişkinin geleceğe ilişkin tasarılarını ve dileklerini içermektedir. Geleneksel eğitim anlayışı, geleceğin kuşaklarını yetiştirme gerekçesiyle genç kuşakların bugününü ihmal etmektedir.